içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Yine, yeniden (uzun) bir pazar günü

 

Herşey bir yana gazetenin mürekkebi parmaklara temas etmeli diye düşünenlerdenim ben. Yoksa önünüzde sürekli ses ve görüntü veren ve kiminin aptal kutusu dedikleri ama kimsenin de vazgeçemediği televizyon, masanızın üstünde hemen hemen her an açık duran bilgisayarınızın internetinde habere anlık olarak ve çok hızlı ulaşmak olanaklı iken bu gazete tutkusu niye diye soran özellikle gençler olabilir. Bunu teknik olarak açıklamak gerçekten zor iken psikolojisini anlatmak ise sanırım olanaksız. Gelinmiş olan yaşa göre, geçirilmiş elli yıldan başlayıp belki otuzlu hatta zorlarsak yirmili yıllar öncesine gitmek ve o zamanların koşullarında habere, bilgiye ve her türlü gereksinime ulaşmanın farklı yöntemlerini yaşamak gerekir galiba bunun psikolojisini açıklamak için.

İşte bu kağıt ve mürekkepten oluşan tutkuya ulaşmak için bu pazar sabahı da kahvaltı öncesinde sokağa çıktım. Evet yaza durmuş bir Haziran sabahı. Tam yedi gün sonra yılın en uzun günü ve en kısa gecesi ardından yaz başlayacak kuzey yarımkürede. Kitabi olarak yazın ilk günü olacak o gün ama doğanın garip bir gerçeği olarak günler kısalmaya geceler de uzamaya başlayacak. Yeni bir döngü, yengeç dönencesi ile bir kez daha yaşamımızın kaçınılmaz gerçeğine dönüşecek. Değişimin ve dönüşümün dayanılmaz birlikteliği ve çelişkisi içinde yaşam akıp gidecek milyarlarca yıldır olduğu gibi...

En az onbeş gün gibi uzun bir aradan sonra tamamen bulutsuz ve açık mavi bir gökyüzü ile karşılaşmak keyifli geliyor başımı yukarı kaldırıp gökyüzüne baktığımda. Binaların arasından sonsuzluğu anımsatan ve zamansız hayallere dalmama neden olan bu ucu bucağı olmayan mavilikteki gizem çekiveriyor içine beni. Çok hafif bir bahar sabah esintisi yalayıp geçiyor açıktaki kollarımı. Ürpertmiyor; sabah mahmurluğuna dolaylı bir katkı yaparak keyif veriyor. Her attığım adımda ayağımın altındaki parke taşlarının altındaki doğal toprağın gözden ve yaşamdan yok olup gitmişliğini hissetmek içimi yakıyor bir yandan da. Etrafa şöyle bir göz gezdirince, " bunca büyük bir şehirde ne kadar az doğal toprak kaldığının farkında mıyız acaba? " diye bir soru takılıveriyor aklıma.

Her yer asfalt, her yer parke taşı, her yer beton, her yer moloz yığını ile kaplı minik bahçelerle çevrili değil mi? Sanki yeryüzü ile aramız yalıtılmış bir sınırla kaplı. Dünya ile aramıza kalın bir geçirmezlik zırhı çekilmiş izlenimi vermiyor mu hepimize bu iğrenç yapılaşma?Apartmanımızın önündeki süs beton çiçeklikteki toprağın kedilerin çiş-kaka mekanı olduğunu gördüğümde fark ettim bu vahşi gerçekliği. Zavallı hayvanların kakalarını yaptıktan sonra üstünü örtecekleri toprak kalmamıştı çevremizde ve sonuçta bu vahşi mega(!!!!) dedikleri şehirde. Sonuçta apartmana arada bir temizlik yapan, bahçeye bakan arkadaş o saksıya çiçek dikmek isteyince ona engel oluşum da tamamen bu düşüncem nedeniyleydi. bırakalım da üç beş pisicik boklarını orada örtsündü...

Birkaç gün önce, Bahariye caddesindeyim; oradaki bir kilisenin bağlı olduğu vakfa ait ve misafirhane olarak kullanıldığı söylenen konağın bahçesini, duvarlarının ardından seyreden yaşlı bir adam bana dönerek: " Bakar mısınız şu güzelliğe; Yeşile hasret kaldığımız bu şehrin göbeğinde, adamlar nasılda korumuşlar toprağı ve yeşili ve ağaçları... " derken tam da bunu söylemek istiyordu aslında. " Adamlar " dediği ise ülkede iyice azınlık haline düşmüş olan bir kısım hıristiyan insandı.... Her ne zaman yaşantımıza dair olumsuzluklar içinde bir olumlu adım görsek, bunun başkalarının eseri olduğunu itiraf etmek zorunda kalmamız hiç birimize garip gelmez, değil mi? Ve kanıksadığımız acı bir gerçek, acı bir vurdumduymazlık durumudur bu esasında... Geleceği, çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğini yok ediyorduk hiç düşünmeden ve acımadan. Yaşamın günlük harala-gürelesi içinde farkına varamadığımız böyle olumsuz bir gerçekle böyle keyifli bir sabahta, önce görsellik ardından da düşünsel bazda karşılaşan kim üzülmez ki? Belki de farkına varmak/varabilmek bununla mücadelenin ilk başlangıcı, ilk kıvılcımını oluşturur umarım ki.

Sokaklar ne kadar sessiz, ne kadar ıssız... İnsanın ıssızlığına ıssızlık katacak bir yalnızlık hissi sarıyor bu aydınlık sabahta. Araba yok, gelip geçen yok, balkonlarda kimse yok, kuş sesi duyulmuyor ne yaman bir tezat diye düşünüyorum. Belki de bu sabahın kurgusu ve akışı biraz sonra bir şekilde değişebilir, bilinir mi?

Hemen biraz ilerde ise üç karganın bir apartmanın bahçe duvarında kafalarının sert hareketleriyle bakındıklarını görüyorum. Genelde sevilmeyen bu ince zeka hayvanların yaşamın gerçek yüzünü sergiledikleri ve yaşamdan çıkardıkları derslerle ne kadar mücadeleci olduklarını bilen bilir. Ben çoğu zaman ( ufak bir kedi yavrusunu gagalamaya çalışmalarına benzer vahşilikleri- ki bu vahşilikler her canlının doğasında var olmasına karşın- ) hariç hayranlıkla ve merakla seyrederim onları. Kimbilir şimdi ne gibi bir eylem planı yaparak birazdan uygulamaya geçecekler diye düşünerek uzaklaşıyorum oradan.

Birden mahallenin pisi çetesini, beşli grup halinde sabah oturumuna başlamış olduklarını önce seslerini duyup sonra da onları görerek anlıyorum. Önünden geçtiğim apartmanın bahçesindeler.Sanki bir yuvarlak masa etrafında toplanmışlar da bir konuyu tartışırlar gibi yüksek perdeden karşılıklı miyavlamaları ve birbirlerine attıkları keskin bakışları ile karşılaşmak gülümsetiyor beni. Sözü biri alıyor, diğeri onun sözünü kesene kadar sürdürüyor acayip bir şekilde miyavlamasını.  Belli ki bir vahşi bir kavganın arifesinde karşılıklı restleşiyorlar.  Aklıma seçim sonuçları ve bir haftadır ortalıkta dolaşan onca söylem ve başta CB ve diğer siyasi parti liderleri geliyor her nedense...:)

Gazeteleri alıp bakkaldan çıktığımda bakkalın gazeteliğindeki gazetelerin başlıklarına bakıyorum. Şaşırmadım desem yalan olacak; kaç zamandır en azından bir kısım iktidar gazetelerinin neredeyse aynı manşetleri attıkları günlerden sonra her bir gazetenin manşeti farklı gibi bugün. Tam bir hafta geçti seçimlerin üstünden. Yoğun bir gündem okuma!!! ( şu okuma sözcüğüne katılan bu anlamdan nefret ederek özellikle ünlem işaretli kullandım o sözü ) ile geçen bu sürede ne laflar, ne sözler, ne yorumlar ve meşrebe göre ne eleştiriler doğdu ve daha da doğacak gibi. Her biri kendinden menkul fikirlerle ne ahkamlar, ne uzmanlık ve azmanlık alanları açıldı ortalık yere.

Seçim ardından ortaya çıkan sonuç, belki de RTE'nin Haziran direniş sırasında " bizi devirmek için bütün bunlar " anlamındaki sözlerini gerçekliyor gibi; en azından bana öyle geliyor çokça. 2007 yılından sonra olanca hızıyla yükselen ve faşizm kokan uygulamalarla geleceği ipotek altına alacak bir cendereye sokulmak istediler ülke insanını ve yaşam biçimlerini. Yarım yamalak demokrasinin daha ileri kazanımları için verilen Haziran mücadelesinin vardığı en son aşama idi belki de bu seçim öncesi söylem ve eylemler ve elde edilen sonuç. En azından bu kritik seçim sonucunda onüç yıllık yıpranmış bir iktidar çoğunluğunu yitirmişti mecliste.... 

Üstelik sivil dayanışmanın ve paylaşımın ve direnişin simgeleri ortaya çıkmıştı güzel gerçeklikler olarak... Oluşturulan sandık güvenliği konusundaki sivil insiyatiflerin büyük başarısı, Haziran- Gezi örgütlülüğünün, dayanışmasının doğal sonucu olduğunu söylemek gerçeği dile getirmek değil midir? Üstelik, AKAPE'yi ve onun tek adamının, anayasa ve hertürlü yasayı ayaklar altına alarak ortalıkta her gün yalancı kükremelerini izlemiştik seçim öncesinde büyük bir öfke ve kızgınlıkla. Halkın buna yanıtı da bu hoyratlığa bir tokat gibiydi doğrusu. Seçimin ardından gelen kısa sürse de o manidar(!!) sessizlik ve yalandan da olsa " Ego'nun " olumsuzluğu bağlamındaki çaktırmadan yapılan itirafa neden olması bile bu sonucu önemli kılmaya yeterli kanımca...

Toplumda oluşan ve "Ak" diye tanımlanan ve gerçekte tek kişinin hükümranlığında ve bir şekilde yaratılan yanılsama ile peşinden sürüklendiği büyük bir kitle ile " bu anlayış ve yönetimin ülkeyi karanlıklara sürükleyeceği " fikrinde birleşen diğer büyük bir çoğunluğun karşılıklı mücadelesi ile geçecekti bu süreç. Böyle de oldu ve ikinci grubun yengisi ile sonuçlandı on üç yıllık bunca yılgınlık. Ancak bu yengiyi bu aşamada çok büyütmemek gerekir; zira sadece bu faşizan anlayışın şimdilik durdurulması şeklinde gerçekleşmiş bir durumla karşı karşıyayız sadece.

İlerleyecek gelişmelerle bunun bir ileri aşaması olan demokrasinin sınırlarının olması gereken yerlere genişletilmesi ve bunun Haziran ruhu ile bir şekilde başarılması gerekmektedir. Aksi takdirde yaraların daha da kötüye gitmesi demek olan eskinin sürmesine yol açacak gelişmeler, yaşantımıza yeni ve yeniden döşenecek baskıcı taşlarla yeni yollar olarak gerisin geri dönecektir. Ki bu da önünün alınamayacağı olumsuzluklar olarak karşımıza çıkacak ve yaşamı iyice zorlaştıracak ve belki de gün günü aratacaktır.

Haziran direnişi ve Gezi'nin öncülüğünü yapan kitleler ve apolitik olduğu ileri sürülen ve birey olmaktan kaynaklı haklarına sahip çıkan gençlerin tabanının tamamı olmasa bile büyük çoğunluğu CHP'li veya ona yakın duran insanlar değil miydi? Zaten bu yüzden de en son açıklamasında Kılıçdaroğlu Berkin'in ailesini anarak buna sahip çıktığını belirtmiyor muydu? Seçim öncesi az biraz sesli ve çoğunda sessiz kalarak bir şekilde HDP'nin barajı aşmasına örtülü de olsa destek verilmemiş miydi parti olarak? Belki bunların da etkisi ve daha geniş düşünen kitlelerin demokrasiye sahip çıkma adına ve en çok da AKAPE'nin seçim sistemi nedeniyle avantadan alabilecekleri 60-70 ilave milletvekilini önlemek adına HDP'ye gitmeleri bu ruhu yeniden canlandırmayacak mıydı?

Gezi ruhunun oluştuğu dönemlerden başlayarak, CHP ve HDP'nin bir şekilde büyük bir ortak paydada birleşerek bir güç birliği içinde olmaları fikrimi saklı tutarak ( ayrıca her iki partinin - ki daha çok CHP'nin- bu konuda ön alacak girişimlerde bulunmaması ve hatta 2014 Ağustos CB seçimlerinde işbirliğini reddedip farklı çatıya yönelmesinin olumsuzluğunda görüldüğü; ve en önemlisi çözüm süreci denen ve sonuçta akamete uğrayan karşılıklı oyalamacada da ön alarak işbirliğini gerçekleştirememiş olmalarının da bir başka olumsuzluk olduğunu söyleyerek ) bundan sonra %25 + %13=%38 olgusunu bir şekilde yaşama geçirilmesinin gerekliliğine inandığımı söylemek isterim. 1977 seçimlerinde Ecevit'in yakaladığı %41'den sonra en yüksek özgürlükçü, muhalif ve ilerici güçlerin oyları gerçekleşmiştir bu seçimde matematiksel olarak.

CHP'nin tabanında bu söyleme son derece karşı ve HDP'yi sadece terörle bir tutan bir kitlenin varlığından hiç şüphe yoktur. Geçmiş zaman düşünüldüğünde haklı gerekçeleri olduğunu da yadsımak olanaksızdır bu düşüncenin. Ama sonuçta otuz yılı aşkın ve elli bin cana mal olmuş bu kirli savaşın tek tarafı karşıdaki terör örgütü değildir. Devletin ve özellikle son yetmiş yıldır uygulanan ceberrut devlet anlayışı, yasaları, askeri ve sivil bürokrasisi, süreci bölünme-ayrışma-ötekileştirme ve asimilasyon politikaları üzerine kuran ve şu an için iflas etmiş anlayışın bir sonucudur. Tarih bunu böyle yazacaktır bundan hiçbir şüphem yoktur. İşte CHP'de bu anlayışın ve HDP'de de etnik milliyetçiliğin ayrıştırmacı söylemlerinden ve yaratılan sadece kürtlerin partisi olma hendikapından kurtularak tüm ülkeyi kapsayacak ve demokrasi temelinde halkların eşitliği ve zalimin zulmüne karşı çıkacak söylemleri tüm 780bin km.karelik sınırlara taşıdığı anda ( ki şu ana kadar söylemler bu yönde ve bu söylemlerin yaşama geçirilmesi onca olumlu umut vardır) aydınlık ve özgür bir dünyanın kapıları aralanacak ve sonrasında ise ardına kadar açılacaktır. 

Bu söylediklerime temelden veya ayrıntılarda karşı çıkacak bir sürü argüman üretilebilir ve üretilmektedir de kendi içlerindeki tutarlılık ve tutarsızlıklarla. Ve belki de tartışılması ve bir ortak paydada buluşulması gereken temel çelişkiler de burada yatmaktadır. Herkes kendi keskin ön yargı ve kabulleriyle bu olaya yaklaştığı sürece bu işi çözümlemenin bir olanağı en azından kısa vadede gözükmemektedir. Hiç kimse ülkedeki halkların ( etnik, dinsel ve herhangi bir başka nedenle ayrıştırmadan ) gerçekliğini yadsıyamaz ve bu halklar gerçekte ezilmiş, yıpratılmış köylü- kentli proleter ve orta sınıftan ( küçük burjuvazi ) oluşan nüfusun neredeyse  yüzde doksanını oluşturmaktadır. Özellikle eğitimsizlik ve geçim çabası içinde kendini unutmuş lumpenlik yolunda oldukça yol almış bu büyük kitlelerin haklarını ve özgürlüklerini savunan ve onları merkeze koyan çözümlere ihtiyaç vardır.

Yıllardır askeri vesayetten dem vuranşu anki zalim iktidar sahipleri 2002 yılının sonundan itibaren işte bu söyleme din sosu katarak ortaya çıkmış ama zaman içinde insanı merkezden çıkartıp tamamen baskıcı ceberrut devletin bir parçası olarak vahşi kapitalist sistemin bir parçasına dönüşmüşlerdir. Bu on üç yıllın iktidarı olarak nasıl da sivil vesayet oluşturdukları tarihe kalın çizgilerle geçmemiş midir? Ve giderek çıkardıkları gece yarısı yasalarla nasılda ceberrut bir polis devletine yol açtıkları bu seçim sonuçları yaşama geçmemiş midir? Ya demokrasinin Yasama- Yürütme-Yargı erklerinin bağımsızlığını ayaklar altına alıp bu üç erki dördüncü büyük erk olan medyayı da en acı şekilde kullanarak tek adamlık sultasına götürmeye çalıştıklarını nerede ise Mars'tan işitilmemiş midir? Ülkenin, dil, din, ırk, cinsiyet bağlamında birbirini anlamayan, dinlemeyen, birbirine tahammülü olmayan şekilde farklı kitleler olarak son hızla dönüşmesi bu devirde olmamış mıdır?

Ve işte size bir dönemin sonucu. İster beğenin ister beğenmeyin ortada yalın sayısal gerçeklikler ve yaşanmış olgular var. Bundan bir sonuç çıkması gerekiyor.

Gönlünüzde ne yatıyor, ideali ne?

Gerçeklerle ne kadar örtüşüyor?

Önyargılar ve ön kabullerle yola çıkınca ancak nerelere varılacağı en azından şimdiye kadar yaşanıp deneyimlenmedi mi?

Yeni ufuklara ve yeni umutlarla yol almakta yarar yok mu?

Yapılacak AKAPE ile koalisyonlar hep bir projenin, hep bir eskiye diğer bir grubu ortak etmenin ve eskinin belki biraz daha törpülenmiş halini ortaya koyamayacak mı?... 

Üstelik bundan, ortaklık yapanın eskiyerek belki de tarihe gömülerek çıkmasına neden olmayacak mı?...

Diğer seçenekler ise tamamen zıt kutuplarda duran iki partinin bir araya gelmesinin eşyanın doğasına aykırı gerçeği ile baştan sönük gözüküyor mu?...

Satranç masası ilginç ataklara sahne olacak gibi...

Evin kapısına gelmiştim bir kez daha bu sorular aklımdan kıvrım kıvrım kıvranırken... Gün güzel, bahar güzel, yaza durmuş gökyüzü güzel, umutlu olabilmek güzeldi hissedince... Hissetmek sadece hayal ile kalmamalı gerçekliğe dönüşmeliydi bir şekilde...

Ancak bunca olumsuz düşünce bu güzelliklerle belki zıtlığın birliği içinde yeni çözümlere gebe olabilir mi diye yine de iyimser iyimser düşünmek istiyorum apartmanın kapısını açarken... Geleceğin aydınlığına açılan kapısı olmasını dileyerek...

Belki de bu yepyeni bir başlangıçtır önümüzdeki mücadele ve özgürlükler için...

 

Ziverbey   14 Haziran 2015

Bu yazı 20980 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum