içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Çalışmanın Ürünü Olarak Dil ve Düşünce

Yazar Mehmet Akkaya, Malatya Güneş Televizyonunda katıldığı programda “Dil" ve “Düşünce” üzerine konuştu.  Mehmet Akkaya kısaca şunları söyledi.

 

“İkinci doğa diyebileceğimiz insan dünyasının diğer ürünleri gibi dil de bir üründür. Üretim ilişkilerinin belli bir tarihsel evresinde ortaya çıkmıştır. İnsanı diğer canlılardan yani hayvanlardan ayıran biricik faktör ise çalışma faaliyeti, giderek de tasarlayarak yapılan çalışma faaliyeti olmuştur. Hayvan besinini doğadan hazır olarak alır, üretmez. İnsan ise üretmeye başladığı andan itibaren hayvandan uzaklaşarak insan oldu. Çalışma, Robinson Crusoe misali tek kişilik bir faaliyet değildir. Böyle tek kişilik bir varlık sanat ve edebiyatta olur gerçek dünyada olmaz. Tek kişinin olduğu yerde çalışma olmayacağı gibi ilişki ve iletişim de olmaz. İlişki ve iletişimin olmadığı yerde ise dil ve düşüncenin gelişmesi olanaksızdır. Dil çalışmanın, zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıktığı için üstyapı unsuruymuş gibi görünür. Oysa dil, ortaya çıktığı andan itibaren çalışmanın temel bir unsuru olduğu için aynı zamanda altyapıda kendine bir yer edinmiştir. Dil her iki alanda da etkin olduğu halde dilin ürünleri olan sanat ve edebiyat esasta üstyapıya ait disiplinlerdir.

 

Dilin, üretimle ve çalışmayla ilişkisi kurulduğuna göre dili yaratanın halk ve çalışanlar olduğunu söylemek mümkündür. Dilin sözcük repertuarı da üretim ilişkileri sırasında, sosyal ve güncel yaşam etkinlikleri aracılığıyla değişime ve dönüşüme uğrar. Mesela karasaban gibi sözcükler yanında orak ve tırpan türünden sözcük öbeklerinin yerini, dişliler, tüpler, bilgisayarlar almıştır. Dili geniş halk toplulukları üretmiş olsa da onu geliştiren, disipline eden, kurallarını yaratan ve bilimini yapanlar düşün ve sanat insanlarıdır, yani bilim adamları, aydınlar, politikacılardır, filozoflardır. Dil ekonomik ilişkilerle sıkı bir birliktelik gösterdiğine göre dinamiktir. Çünkü fiziksel ve sosyal dünyanın tek değişmeyen özelliği A. Comte’un da söylediği gibi “değişim”dir.

 

Değişme kategorisi diyalektik felsefenin de temel ilkesidir. İlişkiler zenginleşip yoğunlaştıkça dil de buna ayak uydurmak zorundadır. Dolayısıyla dil, Wittenstein’in sandığı gibi sınırları olan bir yapı değildir. Üretim ve dünyanın sınırları olmadığı gibi dilin sınırları da yoktur. Bu yüzden Chomski’nin dediği gibi dil de limit ve sınır olmaz. Dil sadece ekonomik birimler gibi bir altyapı ögesi olmadığı için devrimler yoluyla da değişmesi kolay değildir. Sözcük dağarcığı, harf tercihi ve bunların kullanım tarzı, bunlarla üretilen eserlerin niteliği değişse bile dilin gramatik yapısının değişmesi zordur. Bu yüzden de devrimlerle de olsa dilin yapısal özelliğini değiştirmek kolay değildir.

 

Üretim güçleri geliştikçe dilin değiştiğini söylemek mümkündür. Şimdi bilgisayar koşulları dilin gidişatını, insanı şaşırtan bir hızda değiştiriyor. Eski sözcükler ölüyor, yeni bir dünya kuruluyor adeta. E-postanın yerini e-mail alıyor. Posta göndermenin yerine ise eklemek ya da iliştirmek geçiyor. Artık haber yollamak bir zarf ya da somut nesnenin bir yerden bir yere somut nesnelerle, araçlarla taşınması değil. “Eklenmesi”, “görülmesi” gibi bir uygulama var. “Metni gönderiyorum” demek gerçek durumu karşılamıyor. Çünkü ne gönderilen ne de yollanan bir uygulama var ortada. Almak ve ulaştırmak da yok, yalnızca bakmak ya da görmek var. Postayı açmak da fiziksel bir iş değil, tuşa basarak okumak söz konusu. Belki de yeni bir epistemolojik anlayış gelişir ileride. Çünkü gerçeğin yerini dijital ya da sanal gerçeklik denilen durum alıyor…”

 

Bu yazı 8765 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum