içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Kilicdaroglu, Yeter!

Johann Fitche, yazıtlarıyla Alman idealizmine yol gösterirken şöyle der: "Muzafferiyetleri kazandıran ne ordunun kuvvet ve heybeti, ne de silâhların intizam ve mükemmeliyetidir. Muzafferiyetleri sağlayan, kalp ve ruhun kuvvetidir." Bunun için ise her yenilgiden sonra daha güçlü ayağa kalkmak gerekmektedir. Pek tabii birincil şart ise, orduya o kalp ve ruh kuvvetini veremeyen líder ile yolları ayırmaktır.

 

David Cameron, 2001 yılında ilk defa milletvekili seçildi Muhafazakar Parti’den, hızla yükseldi siyasi kariyeri, 2005 yılında partisinin genel başkanıydı istifalardan sonra. 5 sene önündeki seçimlere hazırladı partisini, muhalefetteyken. 2010 senesinde birinci parti olarak çıktı sandıktan, sözünü tutmuştu. Liberal Demokratlar ile koalisyon kurup 44 yasında başbakan oldu İngiltere’ye, son 200 yılın en genciydi. Yetmedi 2015’te seçimleri bu sefer tek başına kazandı, iktidarı perçinlenmişti. Fakat seçim öncesi bir sözü vardı tutması gereken, Avrupa Birliği’nden çıkış referandumuna götürdü ülkesini, kendisi prensip olarak karşısında durmasına rağmen. Sandıklardan onun istemediği bir sonuç çıktı, kaybeden kendisi değildi, o veya partisi yarışmıyordu, buna rağmen istifa etti, artık Muhafazakar Parti’ye yeni bir soluk gerek diye. İnanılmaz değil mi, aslında değil, sadece bize öyle geliyor, Türkiye sanki başka bir dünyadaymış gibi, halbuki sadece zihnimiz o topraklarda yoğrulduğu için.

 

Bu örnekler uzatılabilir, Macaristan, Fransa, Polonya veya Uzakdoğu’dan benzer hikayeler yakın geçmişte görüldü. Fakat özellikle Cameron örneğini seçmemin sebebi, kendisinin yarışmadığı sandıktan hemfikir olmadığı bir karar çıktığı için dahi istifa eden bir Başbakan güzel hikaye, değerli. Bakın parti lideri de demiyorum, Başbakan. Zannımca Türkiye’de düzenlenen 24 Haziran seçimlerinin asıl hikayesi de bundan ibaret. Ekonomik kriz göstergeleri ve uzun süre iktidarda kalmanın metal yorgunluğuna rağmen sandıktan yine en yakın rakibinin neredeyse 2 katı oyla birinci çıkan AKP sıradan bir hikaye. 70 senelik ortalama ömrü boyunca en büyük başarısı kendisini iktidarın bir parçası olarak görme ihtimali bulunan insanları, hem de bu post-truth çağında farklı bir öykü yaratacağınıza inandıramazsanız, onlar da konsolide kalmaya devam eder.

 

9, yazıyla tam dokuz kez seçim kaybetmiş bir adam var Cumhuriyet’i kuran partinin başında. Hala dalga geçer gibi, ‘seçimin asıl kazananı biziz’ diye de açıklama yapabiliyor. Hangi parametreler dahilinde olursa olsun, partisinin adayı, partisinin kendisinden yüzde 8 daha fazla oy almış olmasına rağmen söyleyebiliyor üstelik bunları. Türkiye’nin geleceğine dair asıl umutsuzluk yaratan durum da budur kanımca. Çünkü ülkemizde başarısız olan kimse gitmiyor. Onun ‘kaybeden’ kimliğinin, milyonlarca insanın ümitlerini heba etmesine, geleceklerinin karardığını düşündürtmesine rağmen gitmiyor, zira bu topraklarda herşey olunuyor fakat sadece rezil olunmuyor.

 

2018 seçimlerinin ardından, Türkiye hiç şüphesiz, daha güçlü bir Cumhuriyet Halk Partisi, daha iyi bir lider, muhalefetin nefesini iktidarın boynunda hissettirecek kalp ve ruh kuvvetine ihtiyaç duyuyor.  Başta İstanbul olmak üzere, 2017 senesindeki referandumda red kararı çıkan büyük şehir belediyelerinin, 2019 yerel seçimlerinde ele geçirilebilmesi için muhalefetin önünde ancak 9 ay var. 9 seçim kaybetmiş bir lider ile bu işin olmayacağı belli, o zaman Kılıçdaroğlu demir alma günü geldi, haydi artık, elveda için tam vakti.

Bu yazı 5344 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum