içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Dostlarımın Hikayesi

 

Bunu okuma cesareti gösterenler, hatta bitirme cesareti gösterenler olursa aşağıdaki şiiri neden yazdığımı açıklayayım isterim;

 

Malum ülkemizde sokak hayvanlarının perişanlığı, gördükleri işkence ve kötü muameleler, hayvanat bahçelerinin hayvan hapishaneleri görünümü, hala hayvanlarla gösteri yapan sirklere duyulan merak ve son aşamaya gelmiş meclise sunulacak hayvanları koruma yasası arifesinde yaşam haklarına duyarlı insanların neler yaşadıklarını bir nebze anlatabilmek içindi sanırım.

 

Herkes gibi bizde toplum tarafından onaylanmak anlaşılmak istiyoruz. Maalesef yine siyasilerimiz önerdiğimiz değişiklikleri kabul etmemek için taklalar atıyorlar. Daha yasanın ismi konusunda bile bir türlü anlaşmaya varılamadı. Tarafımızdan yasanın isminin hayvanların yaşam haklarını koruma yasası olmalı isteğimizi, evirdiler çevirdiler hayvanları koruma yasası olarak çıkartmak istiyorlar. Hem de ısrarla, duygusal hayvan severleri kandırmak için öyle parendeler atıyorlar ki, insan olarak bu halde olmaları beni ümitsizliğe itiyor.

 

Hayvana tecavüz ve öldürülmelerinin TCK ya alınması isteğimiz evrildi, çevrildi cezaların en yüksek 2 yıl olması konusunda ısrar etmeleri ile sonuçlanacak gibi. Tabi bu muhteremlerin oy kaygıları ağır basıyor. Böylece hayvana ne yaparsan yap hapis yatmayacaksın. Çünkü bu insan dediğimiz canlılar, hala doğa merkezli bir ahlak anlayışını benimseyememiş zavallı türcüler ve kendilerinin mensubu oldukları bu türü üstün görme konusundaki tutsaklıklarından vazgeçmek niyetinde değiller. Hayvanların haklarının korunabilmesinin yasa ile mümkün olabileceğini pekâlâ biliyorlar ama, ille de yasanın ismi hayvanları koruma yasası olsun diyorlar.

 

Zavallı pitbull, tosa vb gibi bazı hayvan türlerini de insanların çeşitli türler arasında çiftleştirme yaparak elde edildiğini görmezden gelip bu akıllı, akıllı olduğu kadar şefkatli insan canlısı hayvanların doğuşundan gelen bazı özelliklerini ön plana çıkararak, tehlikeli ırk diye bir söylem yaratıp şikâyet konusu olunca, bu hayvanları toplayıp kısa ya da uzun bir ölüme layık görüyorlar. Halbuki bu hayvanları bu özelliklerinden ötürü alıp vahşi yetiştiren insana bir ceza yok. Bu hayvanların güvenli sahiplerine iade edilmesi ve döğüş nedeni ile gelen hayvanlarında eğitime tabi tutularak güvenli kişilere rutin kontrol şartıyla sahiplendirilmesi yolunun seçilmesinin insani olacağını söyleyip duruyoruz çünkü burada devlet görevlerini yapmadığı için bu türü merdiven altında üretip internetten satışını yapan insanlara devlet göz yumuyor.

 

Hayvanat bahçelerinin kapatılması ve buradaki vahşi hayvanların ülkelerine gönderilerek tekrar doğal ortamlarına dönüşlerinin sağlanması diyoruz. Çünkü insan denilen canlının çocuğunun güya eğitim amaçlı olarak, orada gördüğü hayvanları seveceği düşünülüyor.

 

Halbuki sevgi tanımakla başlar oradaki hayvan artık doğadaki hayvan değildir şekil değiştirmiştir dolayısı ile onu gören çocuk o canlıyı kafes arkasında tanıyamaz dolayısı ile de sevemez. Buna da karşı çıkıyorlar. Doğal yaşam alanları yaratacağız diyorlar ama yaptıkları Gaziantep doğal yaşam parkı devlet tarafından istif halinde hayvanların yaşadığı yer haline getirilmiş. Tepedeki cumhur kendisine hediye edilen iki kaplanı oraya göndermiş. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ordan burdan topladığı zavallı maymunlar üst üste esir hayatı yaşıyorlar. Konu çok uzun. Sevmenin ne olduğunu bilmeyen ve öğrenmeye de pek meyyal olmayan bu canlı, kendi dışındaki tüm hayatı tarümar edip hızlı bir biçimde, bilmeden kendi sonunu hazırlamaya çalışıyor. Hızla her şeyi yok ediyor. Hırsı o kadar büyük ki, olmak yerine sahip olma hırsı ile empatisizliğin getirdiği ruhen çoraklık ortamında hızla mallaşıyor.

 

 

Sadece Anımsa

 

Yetiskin bir kadınken,

aldım iki minik dere kaplumbağası,

İstanbul’da Mısır çarşısından,

yutturmuşlar Singapur diye bana.

 

Çok minik ve bir o kadar da sevimliydiler,

ama çabucak büyüdüler,

böylece kandırıldığımı anladım,

Mısır çarşılı esnaf tarafından.

 

Birlikteliğimiz kısa sürdü,

özgürlükleri idi tek istedikleri,

üreyeceklerdi zamanı geldiğinde,

kulak vermeliydim doğanın sesine.

 

Hayır diyemedim bu isteklerine,

onları ne kadar sevsem de,

maceramız, Şile yolunda, bir dere kenarında,

bitti bir yarım baş ağrısıyla.

 

Arkalarına bile bakmadan,

gittiler kendi dünyalarına,

kalakaldım bende kendi dünyamda,

yapayalnız hem de kaplumbağasız.

 

Yıl 1989 Çiftehavuzlar,

Bir tüy yumağını elime tutuşturdu arkadaşlar,

Artık sahibiydim onun,

Van kırması tek göz kedim Suzi’nin.

 

Ve daha sonra da,

haşin bir kedi olduğu anlaşılacaktı,

Yıkarken ellerimizdeki kızıllıklardan,

Eşimin ve benim.

 

Elalem hayvan alıp mutlu olurken,

her yıl icat ettiğin hastalıklarla,

bizi sık sık mutsuz ettin,

Suzi, sen ne kadersiz hayvandın.

 

Kaprisli, bir o kadar da şirin bir kediydin,

Uzun, sarı siyah beyaz tüylerin,

Van kırması olduğundanmış,

Öyle dedi hekimin.

 

En son şovun lösemi olmaktı,

4.5 yıl sonra bizi acılara gark edip gittin,

öyle büyük acıydı ki,

bir daha asla diye isyanlar ettim.

 

Tavuk götünün tövbe tutma hesabı,

Çok geçmeden buldum bir Arap yavru,

inandırmak için kendimi,

söyledim herkese iyileşince gidecek diye.

 

Kararlıydım ama, adını koymayı ihmal etmedim nedense,

o beni sahipleniverdi ve kaldı belki de,

4 yıl yaşadık onunla,

sonra birdenbire, kayboluverdi Güzelyalı’da.

 

Adatepe’deki evde Zifir’in gelmesinden sonra,

geldi bir tek göz daha,

hem de tek eksik organı bu değil,

onunda ismi oldu Suzi 2.

 

Pek çok badire atlattı,

Öldü dedim ağladım, geldi,

Kayboldu dedim ağladım, geldi,

Ölmeye gitti artık gelmez dedim, geldi.

 

Hiç arkadaşı yok,

sadece kucakta oturmaktan,

ve benimle yatmaktan keyifleniyor,

Sanki onun dışında hiç yaşamıyor.

 

Yine aynı evde otururken 1998’de,

Bir gün çocuklar ellerinde,

Çirkin bir kedi yavrusu ile,

Çıkageldiler bahçeme.

 

Çok kararlıydım almamakta,

türlü bahaneler icat ettim,

aslında çoğu da gerçekti,

acımadılar bana tutuşturdular elime.

 

Annesi biberon oldu,

o kadar küçücüktü Şanslı,

çok uğraştırdı beni ama,

sonunda aslan gibi bir avcı genç oldu.

 

Bütün kedilerimin içinde,

müstesna bir yeri vardır onun,

yüreği sonsuz sevgi dolu,

analığının aksine dünya ile barışık.

 

Bütün kardeşlerini yalar temizler,

beni sabah akşam öper öyle uyurdu,

adı gibi şanslı olamadı,

gitti nefritten 5.5 yaşında.

 

Bir hastahane köşesinde,

Usulca, kaderine razı olarak, sızlanmadan,

Ama beni büyük acılara gark ederek,

Perişandım ama, zaman sadakatin düşmanı.

 

Yıl 2000 Güzelyalı da,

başında sarı ışıklarla dolaşan,

mavi gözlü,afacan mı afacan,

balıkçı kızı Fatoş.

 

Şimdi büyüdü azaldı saçındaki ışıkla,r

minik bir kedi yavrusu ile çıkageldi,

bir rivayete göre annesiz,

sarı siyah beyaz mazlum bir kedi.

 

İsmi oldu Çıtır,

çok olgun bir kediydi,

sanki büyüyüp sonradan küçülmüştü,

ve kısa ömründe hep öyle kaldı.

 

İstanbul 1998,

işyerime gelen koca köpek,

sanırım düşündü taşındı,

ve beni seçti ana olarak.

 

Daha sonra evime geldi ,

o garip köpek oldu bir ateş parçası,

ona isim beğenemedik bir türlü,

artık olamazdı ismi Garip.

 

İsmin yerine geçen Zamir koyduk,

o akşam kardeşim ve kuzenimle birlikte,

Senbernard koli kırmasıymış,

Engin’in dediğine göre.

 

Yüreğimi fethetti azman köpek,

ve bahçeme yerleşti,

şükür ki devam ediyor birlikteliğimiz,

hala çok enerjik ve kavgacı.

 

Yıl 1999,

 

Kurt ve sarı,

işyerimin bahçesine gelen,

kısa zamanda herkesi fetheden,

iki koca köpek.

 

Biri kurt kırması asil, çok özgür,

diğeri çoban kırma alabildiğine korkak,

ama sevgi dolu bir psikopat,

ikisini de çok sevdim.

 

Götürdüm onları da Güzelyalı’ya,

hüzünlü maceramız orada başladı anlayacağınız,

keşke onları o kadar sevmeseydim ,

eminim o zaman kaybetmezdim.

 

Yıl 2004 mart,

Şanslı hastahanede ölünce,

Elime tutuşturdu hayvanseverler,

Bir tekir kedi yavrusu, aldım sessizce.

 

Çok değişik bir kediydi,

yol boyunca iki kez hareket etti,

beni uyardı ve kaza yapmamı önledi,

ismi Çıtır oldu, 2 ay sonra araba altında kaldı.

 

İsmail ölünce,

Bana miras olarak kaldı,

Karakız, Prenses, Ahbap,

Hepsi değişik huylu.

 

Karakız sert, sadece bana yakın,

Prenses politik, ahbap ve sevgi budalası,

ama çok çok akıllı bir köpek,

Prenses hariç hala benimleler.

 

 

İsmail’in kedisinin yavrusu İzis,

o da mirasın bir parçası,

kedilerimin en sağlıklısı,

umarım uzun yaşayıp beni mutlu edecek.

 

Marsığımı 2003 yılında Bozcaada’da,

buldum bir ağaç dibinde,

ağaçtan düşmüş ve bir annenin,

sağ kalan tek yavrusu imiş.

 

Anne terk etmişti yavrusunu,

Her ne sebeple ise, bir bildiği vardı muhakkak,

Ama biz onun bildiğini bilemiyorduk,

Ölen Zifirimin yerine koydum onu.

 

Adı Marsık oldu biberonla besledim,

eşek kadar oldu, kısırlaştırıldı,

yeni Marsıklar getirmemesi için dünyaya,

şimdi damlarda fare avında büyük ihtimalle.

 

Çok zeki bir köpekti,

Pekines kırması Fıstık,

ben sahiplendirmiştim onu anneme,

2003 de bana döndü annem hastalanınca .

 

Annemin kucağından inip,

5. köpek olarak bana gelmesine rağmen,

prenseslikten proleterliğe geçişi,

zekice, fazla zorlanmadan hazmetti.

 

Çaktırmadı ama,

Hep kucak özlemi çekti,

Arada kucağıma çıkabildiğinde,

Mutluluğu gözlerinden okunurdu.

 

Sevgili Fıstık,

Kaç yaşında idin bilmiyorum ama,

Ahbapla kaçıp, yasak elmayı yedin,

Ve metanetle ölüme gittin.

 

2001 yılı kışı,

şımarık Çakır, Husky kırması,

geldi ev yapılırken bahçeme,

daha minicik bir bebekken.

 

Gözleri gök mavisiydi,

ismi Çakır oldu bu nedenle,

büyüdükçe sarardı mavisi,

ama ismi Çakır kaldı.

 

Cüssesi büyüse de Çakır,

ruhen hiç büyümedi sayılır,

hep kuzucuklar gibi,

hoplayıp zıplamak ister.

 

Yıl 2004 Kocakız ismini taktım ona,

Köyün terkedilmiş sahipsiz köpeği,

Olgun, ne günler görmüş, sevgi dolu,

Azman mı azman bir köpek.

 

Yıl 2003 onu gördüğümde korktum

bir iskelatör oturuyordu sanki karşımda

bakarken ben, bacakları aniden,

kıvrılıverdi kırılacak gibi.

 

Şimdi aslan gibi bir puanter,

çok görücüye geldiler ama kıyamadım vermeye,

hep beni öpmek ister,

o kadar da şımarık oldu.

 

Yıl 2004 gelelim Boncuğa,

onu ilk gördüğümde bir kangalın ağzından,

yeni düşmüştü, aslında ölecekti,

çene kırıkları yüzünden açlıktan,

 

Şimdi oldu gösterişli bir genç kız,

daha kucağına oturmadan,

gırıldamaya başlar,

o kadar sevecen mi sevecen,

 

Dörtyol’da 2 yıldır baktığım,

Terkedilmiş dişi terrier ,

Yolumu gözler beni görünce,

Önce sev beni sonra mama der.

 

Yaşıyor çok şükür, üç gündür görmüyorum ama,

Artık bebekleri olup sefil de olmayacak,

Kendi başının çaresine bakacak sadece,

O da mecbur olursa.

 

Roman ailenin sokakta baktığım köpeği,

Ölmüş geçen hafta yaşlılıktan,

Öyle söylediler, hesapladım,

Bir gün önce ekmek vermişim, kötü oldum.

 

Şimdilik en son numar,

Akıllılık edip Cemal’i terk eden,

İsmini Çıtır koyduğum erkek yosma,

Kendileri Boncuğun üç ay genç kardeşi.

 

Nasıl oldu unuttum Tırmık ve İzis’i,

Benim gençlik kedilerimi,

Ama onların hikayesi,

başka yerde yazılı.

 

Okuyacak olanlara acıdığımdan,

Vazgeçtim daha fazla hayvan almaktan,

Eğer sözümü unutup yaparsam bir hata,

Ey dostum beni anla.

Bu yazı 3757 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum